+90 532 282 67 59

"Felaket başa gelmeden evvel, onu önleyecek ve ona karşı savunulacak gerekleri düşünmek lazımdır. Geldikten sonra dövünmenin faydası yoktur."
(Mustafa Kemal Atatürk)

05 Eyl 2024
0 yorum
269

Biyoteknolojinin Ulusal Egemenliği Güçlendirmedeki Rolü

Değerli arkadaşlar,

Bu yazım, "Biyoteknolojinin Ulusal Egemenlik ve Ekonomik Bağımsızlık İçin Stratejik Önemi" başlıklı beş bölümlük yazı dizimin ikinci yazıdır. 3 yazıyla daha devam edecek bu dizide, biyoteknolojinin ulusal gücün nasıl bir köşe taşı haline gelebileceğini ve sağlık, tarım, çevresel sürdürülebilirlik gibi alanlarda nasıl bir potansiyele sahip olduğunu inceliyoruz.

Bugün, biyoteknolojinin ulusal egemenliği güçlendirmedeki kritik rolüne birkaç örnek üzerinden odaklanıyoruz. İçerik biraz ağır gibi gelebilir, ama inanın gündelik okumalarla ülkemizin geleceğine katkıda bulunmamız zor. Konuları alabildiğince derinlemesine incelemek ve geleceğimizi inşa ederken, detaylı planlamalar yapmak zorundayız. Bu da ancak bilgi ile mümkün olacaktır. Bu yüzden okurken sabırla ve odaklanmış bir şekilde okumanızı rica ediyorum

Hadi başlayalım.

Giderek daha fazla birbirine bağlı ve rekabetçi bir dünyada, ileri teknolojiye hâkim olabilme yeteneği, herhangi bir ulusun egemenliğini ve bağımsızlığını koruması için kritik öneme sahiptir. Biyoteknoloji uygulamaları, sağlık, tarım ve çevre yönetimi gibi temel sektörleri dönüştürme potansiyeli ile diğer bilimlerden ve uygulama alanlarından daha öne çıkıyor. Güçlü biyoteknolojik yetenekler geliştiren bir ulus, yabancı teknolojilere olan bağımlılığını önemli ölçüde azaltabilir, kaynakları üzerindeki kontrolünü artırabilir, pandemilerden kuraklıklara kadar tüm yerel ve küresel zorluklarla yüzleşirken geleceğini güvence altına alabilir. Bu yüzden sahip olduğumuz biyoteknoloji bilimi ve tecrübelerimizi, bu alanda çalışan bilim adamları ve sanayicilerimizi, her türlü tesis ve işletmelerimizi birer bir ulusal varlık olarak görmeliyiz.

Biyoteknoloji: Stratejik Bir Ulusal Varlık

Biyoteknoloji, adı üzerinde biyolojik sistemleri, organizmaları veya türevlerini çeşitli uygulamalar için ürünler ve süreçler yaratmak üzere kullanan geniş bir teknoloji yelpazesini kapsar. Bu alan, son yıllarda tarım, tıp, çevre yönetimi ve hatta biyolojik terör karşısında savunma gibi çok çeşitli endüstrileri etkileyerek büyük bir büyüme göstermiştir. Biyoteknolojinin stratejik önemi, bugün ulusların karşı karşıya olduğu gıda güvenliği, halk sağlığı ve çevresel sürdürülebilirlik gibi en acil sorunların bazılarının üstesinden gelebilme yeteneğinde yatmaktadır.

Dünya Ekonomik Forumu ve pek çok diğer otoriteye göre biyoteknoloji, gelecekte gıda, sağlık ve çevre için kritik bir rol oynayacaktır. Bu alana büyük yatırımlar yapan ülkeler, sadece kendi ihtiyaçlarını güvence altına almakla kalmayacak, aynı zamanda küresel standartlar ve uygulamalar için de gündemi belirleyeceklerdir. Bu noktada biyoteknolojiyi ulusal stratejinin hayati bir bileşeni olarak görmenin gerekliliğini, özellikle de bizim gibi dış kaynaklara bağımlılığı azaltmayı hedefleyen ülkeler için vurgulamak zorundayım.

Biyoteknoloji Yoluyla Sağlıkta Bağımsızlık

Biyoteknolojinin ulusal egemenliği güçlendirebileceği en doğrudan yollardan biri, sağlıkta bağımsızlığı sağlamaktır. COVID-19 pandemisi, kendi aşılarını ve tıbbi malzemelerini üretme kapasitesine sahip olmayan ülkelerin kırılganlıklarını ortaya çıkardı. Amerika Birleşik Devletleri ve Almanya gibi ileri biyoteknolojik altyapılara sahip ülkeler, aşıları hızlı bir şekilde geliştirip üreterek nüfuslarını korudu ve ekonomilerini istikrara kavuşturdu. 2005’ten beri mRNA tekniği üzerinde çalışan ABD ise, açık ara bu süreçte en avantajlı çıkan ülkelerden birisi oldu.

Örneğin, Pfizer-BioNTech aşısının geliştirilmesi, Alman biyoteknoloji firması BioNTech'in bir ürünü olarak, COVID-19'a karşı küresel mücadelede dönüm noktası olmuştur. Almanya'nın biyoteknoloji sektörüne yaptığı yatırım, onu aşı üretiminde bir lider haline getirdi. Bu kadar kısa sürede bu aşının ve alternatiflerinin geliştirilebilmesi; aslında çalışmaların çok daha önceden başladığını, bilimsel altyapının geliştirildiğini ve uzun zamandır biyoteknolojiye yatırım yapıldığını göstermiştir. Bu noktada mRNA aşılarının gelişim sürecinin arka planını merak eden okurlarımın, Bill Melinda Gates Vakfının Yenilikçi Teknoloji Çözümleri Direktörü Daniel Wattendorf’un hayatına ve kariyerinde Amerikan Ordusu üyesi olduğu erken dönem geçmiş çalışmalarına bakmasını tavsiye edebilirim. Çünkü olaylar meşhur DARPA’da geçiyor. Bu da çerez olsun, zihnimiz tatlansın.

Yeniden konuya dönecek olursak; ulusal egemenlik açısından baktığımızda biyoteknolojinin sağlık alanındaki önemini 3 temel noktada toplayabiliriz;

- Aşı ve terapötiklerin yerel olarak hızlı bir şekilde geliştirilebilmesi sayesinde sağlık krizlerine hızlı ve yerel kaynaklarla yanıt verebilme

- Temel ilaçların yerel üretimi sayesinde sağlık harcamalarının düşürülmesi.

- Sağlık acil durumlarının neden olduğu ekonomik aksaklıkların en aza indirilmesi.

Evet, sağlıkta başarı binalarla değil, gelişmiş insan gücü, sürdürülebilir tedarik zinciri ve azami yerli üretim ile mümkündür. Bugün bu açılardan neredeyiz iyi bakmak lazım.

Tarımda Biyoteknoloji: Gıda Güvenliğini Sağlamak

Tarım, biyoteknolojinin ulusal egemenliği güçlendirebileceği bir diğer kritik alandır. Hatta diyebiliriz ki en önemli alandır. Çünkü bir ulusun dışa bağımlı olmadan kendi nüfusunu besleme yeteneği, bağımsızlığın temel taşlarından biridir. Ancak birçok ülke, gıda ürünleri veya tarım teknolojileri ithalatına büyük ölçüde bağımlıdır. Tarımsal biyoteknoloji, mahsul verimliliğini artırmak, haşerelere dayanıklı bitkiler geliştirmek ve yerel koşullara uygun sürdürülebilir tarım uygulamaları yaratmak için çözümler sunar.

Buyrun Hindistan'ın Bt Pamuk devrimine bir göz atalım.

Hindistan'ın genetiği değiştirilmiş mahsuller, özellikle Bt pamuk geliştirmedeki başarısı, tüm dünya için güçlü bir örnek teşkil etmektedir. Bt pamuk, belirli zararlılara karşı dirençli olup, 2002 yılında Hindistan'da tanıtılmış ve o zamandan beri ülkenin pamuk üretiminde devrim yaratmıştır. Hindistan Tarım Bakanlığı'nın bir raporuna göre, Bt pamuğun benimsenmesi, pamuk veriminde %24'lük bir artışa ve pestisit kullanımında %50'lik bir azalmaya yol açmıştır. Bu, sadece gıda güvenliğini iyileştirmekle kalmamış, aynı zamanda Hintli çiftçilerin gelirini de önemli ölçüde artırmıştır.

Genetiği değiştirilmiş mahsullerin benimsenmesi, Hindistan'ın tarımsal manzarasını dönüştürmüş, Hindistan’ı daha kendi kendine yeterli hale getirmiş ve yabancı tarım teknolojilerine bağımlılığını azaltmıştır. Öyle ki, Hindistan dünyanın en önemli pamuk ihracatçısı konumuna gelmiştir.

Peki nedir Bt Pamuk? Tüm Bt pamuk bitkileri, toprakta yaşayan bakteri Bacillus thuringiensis'ten türetilen bir veya daha fazla yabancı gen içerir; bu nedenle, bunlar transgenik bitkilerdir. Bu bakteriden gelen genlerin pamuk genetiğine eklenmesi ile, pamuk bitki hücrelerinin genellikle Cry- proteinleri olarak adlandırılan kristal böcek öldürücü proteinler üretmesine neden olur. Yani, pamuk kendi böcek ilacını kendisi üretmektedir! Bilimin gücü budur işte arkadaşlar. Bitkiye böcek ilacı ürettirebilmek!

Peki bu nasıl mümkün? Aşağıdaki Biyoteknoloji tekniklerini tarıma yönelik kullanarak:

1. Genetik Modifikasyon (GM): Mahsullerin haşerelere, hastalıklara ve çevresel streslere karşı dirençlerini artırmak için yapılan genetik değişiklikler,

2. Doku Kültürü: Hastalıksız stok sağlamak ve bitkilerin hızlı çoğaltımını sağlamak için kullanılan bir teknik,

3. Markör Destekli Seçim: İstenilen özellikleri genetik düzeyde seçerek ıslah sürecini hızlandırmak diyebileceğimiz bir süreç.

Bu alanda yeterince yatırım yapıldığında ise, mahsul verimliliği artırılarak kararlı, düzenli ve yeterli bir gıda arzının sağlanması mümkündür. Ayrıca, yurtiçinde yeterli üretim olacağından yabancı tarım ürünleri ve teknolojilerine bağımlılığın azaltılması mümkün olacak bu da ithalata bağımlılığın azaltılmasını sağlayacaktır. Sonuç olarak da hem insanların yaşamsal ihtiyaçları ucuz şekilde satın alınabilecek hem de ihracatla ülke ekonomisine katkı sağlanacaktır.

 

Biyoteknolojik Bir Altyapı İnşa Etmek

Biyoteknolojinin ulusal egemenliği gerçekten güçlendirebilmesi için, bu alanda araştırma, geliştirme ve yeniliği destekleyen sağlam bir altyapı oluşturmak esastır. Bu, uzmanlaşmış bir iş gücü geliştirmek için eğitime ve öğretime yatırım yapılmasını, araştırma kurumlarına ve biyoteknoloji girişimlerine fon sağlanmasını gerektirir. Hükümetler ayrıca yeniliği teşvik eden, aynı zamanda etik standartların korunmasını sağlayan elverişli bir düzenleyici ortam oluşturmalıdır.

Örneğin, bu alanın önemine inanan Avrupa Birliği’nin Horizon 2020 programı, Avrupa genelinde birçok biyoteknoloji girişimini finanse etmiş olup, stratejik yatırımın güçlü bir biyoteknolojik altyapı inşa edebileceğine dair bir model sunmaktadır. Avrupa Komisyonu'na göre, Horizon 2020, araştırma ve yenilik için biyoteknolojinin ana odak alanlarından biri olduğu 80 milyar Euro'nun üzerinde fon sağlamıştır. Bu, sadece bilimsel atılımları hızlandırmakla kalmamış, aynı zamanda Avrupa'yı küresel biyoteknoloji yeniliğinde bir lider haline getirmiştir.

Avrupa Komisyonu İnovasyon, Araştırma, Kültür, Eğitim ve Gençlik Komiseri Mariya Gabriel'in ve diğerlerinin de belirttiği gibi, biyoteknolojiye yatırım yapmak, geleceğe yatırım yapmaktır. Biyoteknoloji yeniliğini destekleme taahhüdü, Avrupa'nın ekonomik ve sosyal direnci için hayati önem taşımaktadır. Günden güne güçlenen Avrupa ekonomisinin önemli bileşenlerinden birisi de biyoteknoloji ürünleridir.

Peki, biz bu seviyeye nasıl geleceğiz?

Üniversitelerde ve teknik kurumlarda biyoteknoloji üzerine uzmanlaşmış programlar geliştirerek, ileri biyoteknoloji araştırmalarını desteklemek için devlet ve özel sektör fonlarını tahsis ederek, ve en önemli bileşen olarak akademi, sanayi ve hükümet arasında iş birliğini teşvik eden mükemmeliyet merkezleri yani Biyoteknoloji Arge Merkezleri oluşturarak. Bu süreçleri hayata geçirmeden biyoteknolojide öncü bir ülke haline gelmek imkânsız. Bugün Türkiye’de uygulanan politikaların ise bu alanda hiçbir katkısı olmadığı gibi sınırlı sayıdaki bilim insanı ve sanayiciyi de yurtdışına çıkmaya zorlamaktadır.

Biyoteknoloji ve uygulamaları hakkında daha derinlemesine bilgi edinmek isteyen bireyler ve kuruluşlar için aşağıdaki kaynaklar kapsamlı bilgiler, öğrenme ve işbirliği fırsatları sunmaktadır.

Biyoteknoloji ve uygulamaları hakkında daha derinlemesine bilgi edinmek isteyen bireyler ve kuruluşlar için Türkiye’deki yerli kaynaklar şunlardır:

Eğitim ve Araştırma Kurumları

1. TÜBİTAK Marmara Araştırma Merkezi (MAM) Gen Mühendisliği ve Biyoteknoloji Enstitüsü:

- TÜBİTAK MAM, gen mühendisliği ve biyoteknoloji alanında araştırma ve geliştirme çalışmaları yürüten Türkiye’nin önde gelen enstitülerinden biridir. Bitki biyoteknolojisi, hayvan biyoteknolojisi ve moleküler biyoloji alanlarında önemli çalışmalar yapmaktadır.

www.mam.tubitak.gov.tr

2. Ankara Üniversitesi Biyoteknoloji Enstitüsü:

- Türkiye'nin ilk biyoteknoloji enstitüsü olan Ankara Üniversitesi Biyoteknoloji Enstitüsü, multidisipliner bir yaklaşımla biyoteknoloji alanında yüksek lisans ve doktora programları sunmaktadır. Ayrıca çeşitli biyoteknoloji projeleri yürütmektedir.

https://biotek.ankara.edu.tr/

3. Ege Üniversitesi Biyomühendislik Bölümü:

- Ege Üniversitesi, biyomühendislik ve biyoteknoloji alanında Türkiye’de öncü üniversitelerden biridir. Biyoproses mühendisliği, moleküler biyoteknoloji ve endüstriyel biyoteknoloji gibi alanlarda eğitim ve araştırma faaliyetleri yürütmektedir.

https://biyomuhendislik.ege.edu.tr/

Bu yerli kaynaklar, biyoteknoloji alanında bilgi edinmek, araştırma yapmak ve işbirlikleri geliştirmek isteyen bireyler ve kuruluşlar için önemli birer rehber niteliğindedir. Ayrıca

https://www.bio.org/

adresinden başlayarak uluslararası bilgilere erişmek de mümkündür.

Günün Değerlendirmesi:

Biyoteknoloji, gördüğünüz gibi sadece bilimsel bir inceleme alanı değil; aynı zamanda bir ulusun egemenliğini önemli ölçüde artırabilecek stratejik bir varlıktır. Biyoteknolojik yeteneklere yatırım yapan bir ülke, sağlığını güvence altına alabilir, gıda tedarikini sağlama alabilir, çevresini koruyabilir ve yabancı teknolojilere bağımlılığını azaltabilir. Geleceğe baktığımızda, biyoteknolojinin ulusların kaderini şekillendirmede kilit bir rol oynayacağı açıktır. Ulusal egemenlik ve bağımsızlığa adanmış olanlar için, biyoteknolojiyi geliştirmeye güçlü bir şekilde odaklanmak, ileriye giden yolda kaçınılmazdır.

Almanya’nın aşı geliştirme liderliğinden Hindistan’ın tarımsal devrimine kadar biyoteknolojinin ulusal geleceği dönüştürme gücü açıktır. Bu seri devam ederken, biyoteknolojinin belirli uygulamalarını ve bunların ulusal egemenlik ve ekonomik bağımsızlık üzerindeki etkilerini daha fazla keşfedeceğiz.

Bir sonraki yazımızda buluşmak üzere,

Sevgiler ve selamlar,

Özgür Kaleözü